KAMU KURUMLARINDA “TORPİL” ÜZERİNE
Haksızlığı haksızlığa uğramış insan tam olarak bilebilir. Mazlum ya da mağdur olanın sinirden sıkılmış dişleri, eğer fırsat verilse ona haksızlık yapanı paramparça edecektir. Emil Cioran haklı: “En büyük zalimler kafası kesilmemiş mazlumlar arasından çıkar.” Yani zulüm, haksızlık, mağduriyet altında kalan bir insan eğer sindirilememişse eline yetki geçtiğinde kan kusturmaya başlayacaktır.
Bunu anlamak için tarihteki iktidar sahiplerinin vaktiyle mağdur oldukları, haksızlığa uğradıkları, zulüm gördükleri konularda, iktidar sahibi olduklarında neler yaptığına bakmak yeterlidir. Yaptıklarının doğru ya da yanlış olduğu konusunda yargılama yapmak değil konumuz. Mağduriyet ve haksızlığın, zulmün bir insanı ne hale getirebileceğidir.
Haksızlık insandaki masumiyeti şiddet iktidarına çevirir. Tahammülü zorlar. Hırs ve öfkeyi artırır. En masum insanı ele alalım. Onun üst üste hakkını yiyip, ona tercihen adam kayıralım, torpil yapalım; sonra da haksızlığımıza kılıf uydurup gerekçeler sayalım.
Şayet kamuda çalışıyor ise tercihimizi genelde referanslı, “dayısı olan”, torpilli, beş okka olan, partili adamları kayırıp bu masum adamın yerine eşitlik söz konusu olduğu halde kayırdığımız adamları görev başına getirip, işlerini görelim. Daha çok pohpohçuları, yalakaları, el altından iş çevirip pislikleri örtenleri, gebe kaldıklarımızı, vefakâr bir eda ile selamlayıp, masum adamı mağdur edelim.
Bu masum adamın nasıl bir canavar haline geldiğine, geleceğine şahit oluruz. Aynı şekilde kendimizin de ne kadar kaypak, vurdumduymaz, çağa göre davranan, yalancı, kıytırıktan ama kendimize göre haklı gerekçeleri olan insan olduğumuzun farkında olmayız.
Biz her zaman haksızlığa uğradığımızda kurumları ya da yönetimi suçlamaya hazırızdır. Sanki yönetim ya da kurumlar, yöneticiler adil davranışmış olsa, adaleti gözetip iradelerini hakka göre tanzim etmiş olsa her şey güllük gülistanlık olacakmış gibi gelir. Hâlbuki hiç de öyle değildir. İnsan doğası gereği kıskanmayı, çekememeyi, hasedi, nifakı, açgözlülüğü içinde barındırır. İdare ne kadar düzgün olursa olsun, köküne kadar adaleti uygulamış olsun; ne var ki insanın içinde bulunan bu kötülük olduğu müddetçe uygulanan adaletin içine nifak sokulmaya, doğruluk ve dürüstlükte inat eden adamı harcamak için elden ne gelirse yapılmaktadır.
Başkasının hakkını yememek için, doğru ve dürüst davranmakta ısrarcı olan bir idarecinin üstten gelen emri dinlemeyip yetkisini haksızlık yapmamakta ısrar ederek kullandığında nasıl görevden alınacağı, başka bir yere sürgün gönderileceği ya da baskı yapılacağı konusunda pek çoğumuz bir şeyler duymuşuzdur. Genelde arada kalan idareciler bu konuda daha çok mustarip olurlar.
Çünkü kitle ile muhatap olan onlar olduğu için ilk etapta suçlanacak olanlarda onlardır. Haliyle kendilerine karşı bir önyargı, nefret, öfke oluşur. Buradan çıkaracağımız şey şudur: en üstteki yöneticinin adaletsiz davranması ya da adaletsizliğe göz yumması, bazen haberdar edilmemesi kurum içinde çalışanların kurum yöneticilerine olan güvensizliği tetiklemekte, çalışanların birbirlerine karşı çekememezliğini, haklı olarak kayrılandan dolayı hem idareciye hem kayrılana kin beslemeleri ve hatta bütün kavganın nizanın kökenleri bu yüzdendir.
İşte “balık baştan kokar” atasözünün açıklaması budur. Hemen bütün kurumlarda başın bozukluğuna bağlı olarak insan doğası, çalışanların birbirlerine olan güvensizliğini ya da yönetime karşı isyanı, kısacası kavgayı doğurmaktadır.
Adam kayırmanın ne kadar yanlış olduğunu herkes bilir ve kabul eder. Buna rağmen çoğu insan torpile başvurur. Hem yanlışlığından dolayı ayıplar, hem de kendisine sıra geldiğinde hemen “adamını bulmaya” çalışır. Ne yazık ki işlerin bu şekilde halledildiği, torpilin, adam kayırmanın adeta bir önkoşul olduğu, normal karşılandığı ve yaygınlaştığı dönemde yaşıyoruz. Herkes çağın adamı olmak peşinde ve biz tarih öncesinden sesleniyoruz.
TUNAHAN DAĞAŞAN